14 Eylül 2009 Pazartesi

Toprak! Toprak! Toprak!

Bugün kıydım patilerime vurdum kendimi bolu yoluna. Aslında bu yolculuk asaleti yerlebir eden süt isteme seanslarına çokca benziyordu (aslında sonuç geyik olduğu kadar güzel de olsa işin özü budur). Neyse bunları bir kenara bırakırsak, Leguin teyzemin söylediği "asıl yolculuk geri dönüştür." sözünü ancak bugün kavrayabilme fırsatım oldu. Bolu'ya giderken de dönüşte de o muazzam manzaraya nedense hayranlık ve ürkeklikle bakakaldım. O uzuuun, boş araziler, o kayalıklar bıyıklarımı çılgınca kıpraştırmasına rağmen, ancak bir camekanın içinden seyretmek o görüntüyü bana bir çok şeyi tekrar hatırlattı. Benim taş duvarlar arasına hapsedilmiş bir bedenim vardı ve ben bu duruma sahiden de alışmıştım. Her gün siren sesleri, arabaların gürültüsü, camdan dışarıya baktığında gördüğün taş duvarlar, duvarlar, duvarlar...

Öyle yabancılaşmışım ki yaşama, yüzyüze geldiğimde ürperiyorum. Ancak yolun kenarından bakabildim yaşama. Koşmak istemiştim, kuş cenneti denilen yerdeki suya bile dalmak istedim ancak o kadar uzak kaldı ki bana. Toprak oradaydı, yeşil de, otlar, böcekler de... Ama ben orada değildim. Ne toprak bana hayat veriyordu ne de ben toprağa. İkimizde ayrı iki dünyanın sınırlarıydık. Birisinde insan diğerinde taş duvarlar.

Evet Leguin teyze bugün bana bunları yaşattı. Bunların da hepsini geri dönerken hissettim. Haklıymışsın yahu.

toprak istiyorum, malım mülküm olsun diye değil üzerinde yuvarlanmak, hormonsuz domates yetiştirmek, ve onunla temizlenmek için.

Hiç yorum yok: